PAZAR YERİNDEKİ ÇOCUK
Pazara
gitmeyi severim. Pazar çantamı doldurmadan
önce başlarım Kalabalığın arasında
dolaşmaya. Bir süre pazarlık edenlere
bakarım.
"Üzüm kaça?"
"Aman
iyisinden koy!"
"Yumurtalar
taze mi?"
Ardı ardına
soranları seyretmesi öyle eğlenceli olur
ki... Hele satıcıların bağırışları!
Suratlarını biçimden biçime sokarak avaz
avaz haykırır, mallarını överler:
"Hey babam,
ne karpuzdur bu!"
"Canlı balık,
canlı!"
"Biber
yemeli, yandım demeli!"
Kadife donlu
patlıcanlarla parlak yeşil dolmalık
biberler, kavunlar, karpuzlar küçük tepeler
yaparak yığılırlar.
Bir gün küçük
hamallarla şakalaşarak yürüyordum. Bir ara,
yolun kıyısında, sarı saçları güneşte
parlayan bir çocuk ilişti gözüme. Başını
gökyüzüne kaldırmış, öylece bakıyordu.
Çocuğun yanına doğru yürüdüm. Ben de başımı
kaldırarak gökyüzüne baktım. Ne kuş, ne
uçak, ne bulut vardı. Sordum:
"Neye
bakıyorsun öyle? Söyle de beraber bakalım."
Bana baktığı
zaman yüzünün ince, gözlerinin mavi olduğunu
gördüm. Öyle güzel bir maviydi ki içim bir
hoş oldu. Dudağının kenarını kırıştıran
belli belirsiz bir gülümsemeyle:
"Kuşlarla
uçaklara bakıyorum." dedi.
Yeniden
gökyüzüne baktım. Bomboştu.
"Seni dalgacı
seni! Seni uydurukçu seni!" dedim.
O dalgacıysa
bir yazar olarak ben neyim sanki... Baktım
karşımda benim gibi bir uydurukçu var.
Hemen sözü sürdürdüm:
"Sen
yanılıyorsun akıllı!" dedim. "Onlar ne kuş,
ne uçak..."
"Peki neymiş
bakalım?"
"Baksana,
görmüyor musun? Onlar balon: Hani demin
buradan bir baloncu geçti ya işte o, bir
şeye sevinmişti. Şenlik olsun diye
bırakıverdi balonları. Onlar da gökyüzüne
dağıldılar."
Çocuk güldü.
Öyle güzel güldü ki pazar yerindeki
sebzelerin, meyvelerin konulduğu tablalar
çiçeklerle donandı. Köşedeki kurumuş
çeşmeden, karlı dağların kokusunu getiren
buz gibi bir kaynak suyu, hızla akmaya
başladı. İşte o zaman, çocuk benim elimi
tuttu. Yüzünü bana doğru kaldırıp:
"Benim adım
Ali." dedi.
Nezihe MERİÇ
Alagün Çocuklar