ANADOLU YAYLALARI VE ÇOBANLARI
Anadolu
yaylalarla doludur. Soğuk sulu, sarı çiçekli
yaylalar. Yayla toprağına akıl sır ermez.
Her şeyin en iyisini, en tatlısını, en
renklisini yayla yetiştirir. Sütünün,
yoğurdunun, kaymakla tereyağının tadına
doyum olmaz.
Yaylanın bir
günü öbürüne, bir anı başka bir anına uymaz.
Bir bakarsınız günlük güneşliktir. Öyle bir
günlük güneşliktir ki ağaç, ot, çiçek,
çimen, arı duru görünür. Yüzlerce adım
ötelerde kara toprak üstünde koşturan kara
karıncayı görürsünüz. Işık altında yaylanın
nesi var, nesi yok ortadadır. Gizlisi
kapaklısı kalmamıştır.
Bir
bakarsınız ince bir sis bastırıverîr.
Birdenbire, sezdirmeden, avına yaklaşan bir
tilki kadar sessiz, çö-küverir. Her şey
büyük bir boşlukta erir gider. Yanı
başınızdaki ulu ağaçlar bile ötelere,
uzaklara kayar. Işık altında şakır şakır
öten yayla, siste koyu bir sessizliğe
bürünür. Bir masal, bir düştür. "Şurada bir
dağ olacaktı, işte şurada, şu taraftaydı."
dersiniz. O taraf dediğiniz başka bir
taraftır. Bütün yönler yer değiştirmiştir.
Kısa zamanda,
göz açıp kapayıncaya kadar, sisler
çekiliverir. O zaman daha çok şaşırırsınız.
Dağ şuradaydı diye gösterdiğiniz yerde,
masmavi bir gök boşluğu vardır. Dağ
arkanızda durmaktadır. Eski yerini
beğenmemiş olacak ki bu yandan öbür yana
geçivermiştir.
Yaylanın
havası gibi insanı da sağlamdır. Yiğit ve
merttir. Hele çobanları biraz deli dolu
olurlar. Taşkın yüreklidirler. Yaylanın suyu
nasıl coşkunsa, kayalara çarpa çarpa akarsa,
çobanları da bir yerde durmazlar. Bir yere
sığmazlar. O dağ senin, bu dağ benim,
dolaşır dururlar.
Yayla çobanı
durmadan kaval çalar. Sesinin dağdan dağa
çarparak çınlamasına tutkundur. Kaval
çaldığında her bir varlığın kendisini
dinlediğine inanır. Kurtlar kurtluk yapmayı,
tilkiler tilkiliklerini, çakallar
çakalılıklarını bırakarak kaval sesine kulak
verir. Yayla çobanı buna inanır. Gerçekten
inanır.
Muzaffer GÜLDAĞ
Anadolu Efsaneleri