KIRKPINAR
GÜREŞLERİ
Kırkpınar'ın şöyle bir
hikâyesi vardır: Derler ki. Yıldırım
Beyazıt'ın büyük oğlu Emir Süleyman
Çelebi, sık sık sefere çıkarmış. Edirne'de
saltanat sürdüğü yıllardan birinde,
Balkanlar'a sefere çıkmış. Bu seferler
sırasında akıncı yiğitlerini fırsat
buldukça güreştirirmiş.
İki akıncı varmış ki,
bunlar her mola verişte kispetlerini giyip
güreş tutarlarmış. Saatlerce güreştikleri
hâlde bir türlü yenişemezlermiş... Derken,
Edirne'ye altı saat ötedeki Saloma köyüne
gelmiş ve bir çayırlıkta mola vermişler.
İki akıncı, hemen kispetlerini giyerek
meydana atılmış, başlamışlar güreşe...
Saatler geçmiş, ortalık kararmış, onlar
yine yenişememişler. El ayak çekilmiş,
herkes uykuya dalmış; ama iki pehlivan
güreşi bırakmamışlar. Sabaha karşı
nefesleri kesilmiş, her ikisi de oldukları
yere yığılıp kalmışlar.
Ertesi sabah, bir de ne
görsünler, iki yiğit, çayırların ortasında
yüzükoyun serilmiş yatarlar. Ölüm bile
onların sırtlarını yere getirememiş.
Üstelik, dizlerini vurdukları kırk yerden
kırk pınar kaynamış, şırıl şırıl çayırlığı
sulamakta... Pehlivanlara orada bir mezar
açmış, sırtları yere gelmediği için de
yüzükoyun gömmüşler. Bundan sonra adı
Kırkpınar olan çayırlıkta, her yıl toplu
güreşler tutulmuş. Bu gelenek yüzyıllar
boyu sürüp gelmiş.
Bugün Kırkpınar,
sınırımızın ötesinde, Yunanistan
topraklarında kalmıştır; ama gelenek
Edirne'de devam etmektedir. Yurdun dört
bucağından gelen pehlivanlar, burada iki
akıncının ruhlarını şad etmekte, güçlerini
er meydanında tartmaktadırlar...
Mehmet ÖNDER
Anadolu Kentleri