FEDAKÂR ÇOCUK
Cantürk,
benim yakın arkadaşımdı. Küçük bir matbaada çalışıyordu.
Çalıştığı matbaa birçok tamir atölyesinin bulunduğu bir
sokaktaydı.
Bir gün
onu görmeye gitmiştim. Bulamadım. Cantürk'ün nerede
olduğunu sormak için bitişikteki tamir atölyesine
girdim. Kapının yanında bir çocuk gördüm. Saçları,
elleri ve yüzü makine yağıyla kararmıştı. Elbisesi kir
pas içinde kalmıştı. Bir sandığın üzerine peynir, ekmek
ve domates koymuş onları yiyordu.
Başını
hafifçe bana doğru çevirdi:
—
Matbaacı ağabeyi mi aradınız? diye sordu.
—
Evet, dedim.
— Az
evvel kâğıt almaya gitti, gelecek.
Yanındaki
boş sandığı ters çevirerek:
—
Buyurun, oturun! dedi.
Öyle
tatlı bakıyordu ki!... Ekmeğini bölerek bana uzattı. Aç
olmadığımı söyle-
— Yoksa
ellerim temiz değil diye mi almıyorsun? Bizim işte temiz
kalınmıyor ki... dedi.
Bu
atölyede çalıştığını düşünerek sordum:
— Sen ne
iş yapıyorsun?
— Torna,
tesviye işleri...
Şaşırmıştım. On iki yaşında bir çocuğun böyle Önemli
işler yapmasına inanamadım.
— Kaça
kadar okudun?
—
Dördüncü sınıfa kadar.
—
Sonra?
—
Sonra annem ve babam öldü. İki kardeşimle ortada kaldım.
Onlara bakmak için okulu bıraktım.
— Okulu
sever miydin?
İçini çekti:
— Hem
de nasıl, dedi.
— Ne
olmak isterdin?
— Kaptan
olup büyük denizlerde dolaşmak isterdim. Avrupa'ya,
Amerika'ya gitmek isterdim.
Makine
yağıyla kirlenmiş mendilini çıkarırken, gözleri dolu
dolu oldu. Sonra da kalkıp dışarı çıktı.
Orhan KEMAL
Güzel Konuşma - Yazma Kılavuzu