PARKIMIZIN BEKÇİSİ
Bizim mahalleye küçük bir çocuk parkı yapıldı.
Parkın köşesinde, üzeri kırmızı kiremitlerle örtülü
şirin bir bekçi kulübesi var, Orta yaşlı, çatık
kaşlı bir amca, bazen bu kulübenin önüne dikilip
bağırır:
"Kapıyı görmedin mi oğlum? Ne diye duvardan
atlıyorsun?"
"Çimenleri çiğneme kızım, kenardan yürü."
"Yavrum, siz hiç mi okul görmediniz? Salıncağa
ayakkabıyla basılır mı?"
Doğrusu, bu amcaya çok kızıyordum. İkide bir düdük
öttürecek ne var yani? Parkı alıp götürmüyoruz ya...
Geçen hafta sonunda küçük kardeşimi parka götürdüm.
İlle de tahterevalliye bineceğim diye tutturdu.
Ağabey denilecek yaşta iki erkek çocuğu,
tahterevalliyi yarım saatten beri işgal ediyorlardı,
Sanki tahterevalli onlarınmış gibi, inmek
bilmiyorlardı. İyice sinirlenmiştim:
İnin
artık, diye bağırdım. Herkes sizi mi bekleyecek? Biz
de bineceğiz. Küçük kardeşim de:
Bekçi
amcaa! diye bağırdı. Bunun üzerine bekçi amca bize
doğru gelmeye başladı. Bu her şeye yetti, O
ağabeyler, hemen parkı terkettiler. Meğer o yaştaki
ağabeylerin, parktaki oyuncaklara binmeleri
yasakmış.
Daha birkaç gün öncesine kadar, kendisine öfkeyle
baktığım bekçi amcayı artık sevmeye başlamıştım.
Meğer onun bağırıp çağırmaları boşuna değilmiş. Her
düdük çalıp bağırışı bizi korkutmak için değil, bir
kötülüğe, bir yanlışlığa engel olmak içinmiş. Şimdi
daha iyi anlıyorum.
Hande Bafur
(Başak Çocuk Dergisi, Sayı: 13, 1979)